Bizi Takip Edin:

ÜLKEMİZ HAYVANCILIĞINDA SORUNLAR VE ÇÖZÜM ÖNERİLERİ

Geçmişten Günümüze Hayvancılıkla İlgili Yapılan Çalışmalar

Bugün hayvancılığın içinde bulunduğu durumu daha iyi anlayabilmek için dünden bugüne ülkemiz hayvancılığının yapısı ve hayvancılığın geliştirilmesi için yapılanlara kısaca bir göz atmak gerekir. Osmanlı döneminde hayvancılık köylerde daha çok zirai faaliyetlerin yanında ailelerin kendi ihtiyaçlarını ve kısıtlı miktarda da yakın çevrenin ihtiyaçlarını karşılayacak ölçüde yapılırken, hayvancılığın ekonomik faaliyet olarak daha çok konar göçerler tarafından yürütüldüğü görülmektedir. Trakya ve Anadolu’nun bazı bölgelerinde az sayıda da olsa çiftlik hayvancılığının da zamanla yaygınlaşmaya başladığı görülmektedir. Önemli bir ihracat faaliyeti olmasa da bazen Batı Akdeniz coğrafyasına bir miktar hayvan ve hayvansal ürün satışının gerçekleştiği de kaydedilmiştir. Ancak 19.yüzyıldan itibaren salgınlar, savaşlar ve yüksek vergiler nedeni ile hayvancılıkta ciddi bir gerileme başlamıştır. Osmanlı döneminde bu yıllarda hayvancılığın gelişmesine yönelik bazı tedbirler alınmıştır. Bu tedbirler daha çok salgın hastalıkların önlenmesine yönelik bazı önlemlerin alınması, hayvancılıkla ilgili bazı kurumsal yapıların oluşturulması ve veteriner hekimlik meslek eğitiminin başlatılması şeklinde sıralanabilir. Aynı zaman hayvan ıslahıyla da ilgili az sayıda çalışma yapıldığı görülmektedir. Birinci dünya savaşı ve milli mücadele yıllarında hayvan varlığı yarı yarıya azalmıştır. Millî mücadele dönemindeki olağanüstü koşullarda hayvancılıkla ilgili sadece Osmanlı dönemindeki mevzuatların güncellenmesi ile ilgili sınırlı sayıda çalışma yapılabilmiştir.

Cumhuriyetin kurulmasıyla birlikte hayvancılık politikalarına daha fazla önem verilmiştir. Bulaşıcı hayvan hastalıkları ile mücadele, serum, aşı üretim merkezlerinin ve laboratuvarların kurulması, veteriner hekimlikle ilgili alet ve cihazların yurt dışından getirilmesi ve bunların yerli üretimleri için girişimlerin başlaması, hayvan ıslahı ve çoğaltılması amacıyla haraların kurulması, damızlık depolarının oluşturulması, yabancı uzmanların getirilerek ülkeye bilgi ve teknoloji akışının sağlanması gibi yoğun çalışmalar yapılmıştır. Bu çalışmaların sonucunda 1938 yılında milli mücadele yıllarındaki hayvan varlığının 2.5 katına ulaşılmıştır. Bu dönemde hayvan ve hayvansal ürün ihracatında da aynı oranda artış sağlanmıştır. 1925 yılında Türkiye’nin ekonomik, coğrafi ve kültürel koşulları dikkate alınarak Avusturya’dan İsviçre Esmeri, Macaristan’dan ise Simental genotipi sığırlar Karacabey Harasına getirilmiştir. Bu dönemde getirilen sığır ve koyun kültür ırkları ile yerli ırklar arasında melezleme çalışmaları yapılarak ülke şartlarına uyumlu sığır ve koyun melezleri geliştirilmiştir. Bu yıllardan sonra ancak 1958 yılında ABD’den Holstein ve Jersey sütçü ırkları ile Hereford ve Angus etçi ırkları olmak üzere damızlık düve ve genç boğa ithalatı yapılmıştır. Ancak sütçü ırklar halk tarafından benimsenip yaygınlaşmasına rağmen etçi ırklar devlet kurumları dışına çıkamamıştır. Daha sonra melezleme çalışmaları ve ithalat yoluyla ülkedeki kültür ırkları sayısı hızla artmıştır. Türkiye'nin 1991 yılında toplam 11 milyon 973 bin olan sığır varlığının %11'ini kültür ırkları, %34'ünü Melez ırklar, %55'ini de yerli ırklar oluştururken 2019 yılında toplam 18 milyon baş sığır varlığının %48'ini kültür ırkları, %43'ünü melez ırklar ve %9'unu yerli ırklar oluşturur hale gelmiştir.

Geçmişten günümüze incelendiğinde hayvancılığın geliştirilmesi ile ilgili planlamaların ve hayvancılığın hem nitelik hem de hayvan varlığının çoğaltılmasına yönelik uzun vadeli çalışmaların cumhuriyetin ilk 30-40 yılında kaldığı, daha sonraki yıllarda popülist fiyat politikaları, teşvikler ve farklı ithalat politikalarına dayalı bir hayvancılık rejimi sürdürüldüğü görülmektedir. Oysa sayısal artış gelişmişliği göstermez, gelişmişliği gösteren hangi konuda olursa olsun nitelik olarak kaydedilen ilerlemeyi gösterir. Hayvancılığın gerçek anlamda geliştirilmesi ülkenin coğrafi özelliklerini, halkın sosyoekonomik ve kültürel yapısını, yem ham maddeleri üretiminin artırılmasıyla ilgili hedeflere bağlı politikaları, hayvan sağlığı konusunda dışa bağımlılığı azaltacak tedbirleri ve bu konuda yapılacak yatırımların teşvikini, hayvansal ürünlerin dünyada kabul edilen kalite standartlarına uygunluğunun sağlanmasını, hayvan ve hayvansal ürünler için ciddi bir yurt dışı pazarı yaratma politikalarını birlikte ele alan ve uzun vadeli projelerden oluşan politikaların üretilip uygulamaya konulması ile mümkün olabilecektir.

Hayvancılık İşletmelerinin Yapısı

Ülkemizde kanatlı hayvancılık sektörü genel yapıdan farklıdır. Uzun yıllar önce bu sektörde entegre üretime geçilmiş olması, entegrasyonların üretim performansı ve kalitesi ile  ilgili standartlarını yetiştiricilere kabul ettirmesi ve yoğun teknik destek ve bilgilendirme çalışmaları, kanatlı hayvanlarda yapılan en küçük hatanın sonuçlarının çok kısa sürede ortaya çıkıyor olması kanatlı sektörünün nitelik olarak da ileri ülkeler düzeyinde bir konuma gelmesini sağlamıştır. Bu sektörün üretim potansiyeli ve karlılığı daha çok yurt içi ve uluslararası piyasa koşullarına bağlı olarak değişim göstererek devam etmektedir. Ancak işletme girdilerinin büyük kısmının ithal ediliyor olması yine en önemli sorundur.

Büyükbaş hayvancılık işletmelerine bakıldığında TÜİK’in 2016 yılında vermiş olduğu son verilere göre 10 başın altında hayvan kapasitesi olan çiftlik oranının hala toplam işletmelerin yaklaşık %43’ünü oluşturduğu görülmektedir. Bu oranlar 10-50 baş kapasiteli çiftlikler için %48.3, 50-150 baş için %7, 150-300 baş için %1.2 ve 300 baş üzeri için %0.6 olarak verilmiştir. Hayvancılıkla ilgili bazı görüşlere göre işletme kapasitesinin artırılması hayvancılığın gelişmesi için şart olarak görülmektedir. Bu kapsamda verilen devlet teşvikleri de büyük endüstriyel işletmelerin kurulmasına ciddi katkıda bulunmuştur. Ancak Avrupa Birliği (AB) işletme yapılarına baktığımızda işletme kapasitelerinin ortalama 28 baştan oluştuğu görülmektedir. AB ülkelerindeki hayvancılık işletmelerinin teknik anlamda gelişmelerine ve işletmelerdeki hayvanların verimliliğine bakıldığında ise gelişmenin ülkelerin işletme kapasitelerine göre değil eğitim ve teknolojilerindeki genel gelişmelerle paralel olduğu görülmektedir. Bu bakımdan, belki çok küçük işletmelerin orta ölçekli işletmelere dönüşmesi birçok açıdan faydalı olacaktır. Ancak girdileri açısından büyük ölçüde dışa bağımlı büyük endüstriyel işletmelerin artışı genel anlamda ülke hayvancılığın gelişmesine büyük katkıda bulunmayacaktır. Çok büyük işletmelerin yoğun olduğu bazı bölgelerde kaba yem temini başta olmak üzere ciddi kaba yem ve konsantre yem ham maddeleri temininde sıkıntılar yaşanmakta ve bu çiftliklerin atıklarının bertaraf edilmesi ciddi sorunlar oluşturmaktadır.

Başlıca Sorunlar ve Çözüm Önerileri

  1. Tarım ile uğraşan kırsal nüfus hızla erimektedir. Buna neden olarak bitkisel ve hayvansal tarım faaliyetlerinin karlılığının giderek azalması ve hatta son birkaç yıldır zarar eder hale gelmesi olduğu gibi, sosyal faktörler de ciddi olarak etkili olmaktadır. İletişim araçlarının hızla gelişmesiyle kırsal kesimin günlük yaşam ihtiyaçları ile birlikte sosyal ve kültürel ihtiyaçları da özellikle genç nüfusta önemli ölçüde değişerek artmıştır. Köylerin ve kırsal bölgelerin çağın gerektirdiği yaşam refahının ve sosyal yaşamın gerisinde kalması genç nüfusun hızla şehirlere ve batı bölgelerine

göçmesine neden olmaktadır. Batı bölgelerinde yerleşim alanlarının birbirine yakın olması nedeniyle şehir ve kasabalara ulaşımın kısa zamanda sağlanabilmesi ciddi bir göç dalgasına neden olmazken, kırsal kesimden büyük şehir ve batıya göç orta ve doğu Anadolu bölgelerinde ciddi bir sorun halindedir.

  • Hayvancılığı geliştirmek için zaman zaman yapılan popülist devlet teşvikleri hayvan varlığının çoğalmasını ve daha çok endüstriyel büyük çiftliklerin oluşmasını desteklemektedir. Diğer taraftan da et ve süt ürünlerinin fiyatlarını dengelemek için hayvansal ürün ithalatı yapılmak gibi tutarsız politikalar uygulanmaktadır. Bu şekilde oluşan arz fazlasına bağlı fiyat baskılamaları hayvancılık sektöründeki karlılığı azaltmakta ve sonuç olarak milyonlarca döviz ödenerek getirilen hayvanların önemli bir kısmı kesime gitmektedir. Bu kısır döngü ne ülke ne de yetiştiricinin çıkarına olmamakta sadece ithalat firmalarına yaramaktadır. Öncelikle Türkiye’deki hayvansal üretim hedefleri gerçekçi çalışmalara göre oluşturulmalı ve hayvan varlığının artırılmasından ziyade hayvancılık işletmelerindeki verimliliğin ve ürün kalitesinin artırılması ile bu hedeflere ulaşılması yönündeki çalışmalar teşvik edilmelidir. Halen Türkiye’de hayvan başına üretim ortalamaları gelişmiş ülkelere göre oldukça düşüktür. Özellikle küçük ölçekli işletmelerde ciddi bir mesleki bilgi eksikliği olduğu gibi çağımıza uygun üretim teknolojileri de kullanılmamaktadır. Kırsal kesimde bitkisel üretim yılda birkaç kez mevsime bağlı olarak gelir sağlarken yanında orta ölçekli ve bilinçli yapılacak hayvancılık faaliyeti bu kesimde yaşayanların yıl boyu düzenli bir gelire sahip olmasını sağlayacaktır. Gerçek anlamda teşvikler hayvansal üretimi karlı kılacak ekonomik ve teknolojik ortamı sağlamaya yönelik olmalıdır.
  • Küçük işletmeler bilgiye ulaşma, teknik altyapı ve modern alet- makine kullanımı, ürün kalitesinin iyileştirilmesi ve korunması ile ürünlerini maliyetine göre değerlendirerek pazarlama gibi temel eksiklerden kurtulamamaktadır. Bu işletmelerin her şeyden önce iyi düşünülmüş bir modele göre örgütlenmelerini sağlamak gerekmektedir. Bu örgütler profesyonel eleman çalıştıracak, ortak kullanıma açık modern makine parklarına sahip olabilecek, yetiştiricilerin bilgi ve üretim teknolojileri konusunda bilgilendirilmelerini sağlayacak kadar güçlü bir yapılanmaya sahip olmalıdır. Mevcut birlikler ve hayvancılık örgütleri yetiştiricilere genel anlamda destek vermekten, yetiştiricilerin çağdaş anlamda üretim yapmalarını sağlayacak katkılarda bulunmaktan ve onların haklarını savunacak yetkilere ve yapılanmaya sahip olmaktan uzaktır.
  • İç pazara yönelik çalışmalara ilaveten ciddi bir dış pazar potansiyeli oluşturulmasına yönelik uzun vadeli projeler oluşturulmalıdır. Hayvansal ürünlerin dış pazarda kabul gören ürün standartlarına sahip hale getirilmesi, katma değeri yüksek olacak yöresel ürünlerin yurt dışına tanıtılması ve markalaşmanın sağlanması gibi çalışmalara ağırlık verilmesi gerekmektedir. Özellikle günümüzde olduğu gibi iç pazarda halkın alım gücünün düştüğü dönemlerde ya da herhangi bir nedenle arz fazlasının oluştuğu dönemlerde dış pazarlar hayvancılığın sürdürülebilirliğini sağlayacak önemli bir etken olacaktır. Ülke ekonomisi açısından da ciddi bir döviz girdisi oluşturacaktır.
  • Devlet yapısındaki hayvan sağlığı ile ilgili örgütlenme yeniden gözden geçirilmeli özel ve özerk bir yönetime kavuşmalıdır. Salgın hastalıklar ve yurt dışı pazarında önem taşıyan zoonoz hastalıkların eradikasyonu ile ilgili ciddi bir mücadele planı oluşturulmalıdır. Yerli ilaç ve aşı üretimi desteklenmeli ithalata bağımlı olmaktan kurtulmak ya da bağımlılığı azaltmak üzere çalışmalar yapılmalıdır. Hayvanı ithal eden sonra da bu hayvanları beslemek için yem ithal eden, sağlıklarını korumak için aşı ve ilaç ithal eden, sağmak için sağımhane sistemi ve dezenfektan, sütünü korumak ve işlemek için makine ve teçhizat ithal eden bir ülke olmaktan kurtulmak için teknoloji üretimini desteklenmesi gerekmektedir.
  • Hayvancılığın karlı hale gelmesini ve gelişmesini sağlamak ile ilgili çalışmalar yem bitkileri üretimini geliştirmekten ayrı yürütülemez. Günümüzde yem ham maddelerinin yarıdan fazlası yurt

dışından ithal edilmektedir. Bu durum beslenme ile ilgili girdilerin çok yüksek olmasına ve dünyadaki en küçük piyasa ve döviz dalgalanmalarından önemli ölçüde etkilenmesine neden olmaktadır.

  • Üretim ile ilgili teşvikler coğrafi bölgelere ve bu bölgelerin imkanlarına göre farklı uygulanmalıdır. Kaba yem üretimi ve sulu tarım yapma imkânı kısıtlı olan bölgelerde besicilik, sulu tarım imkânı olan bölgelerde ise süt hayvancılığı teşvik edilmelidir. Tarımsal destekler sadece üretimi artırmak amaçlı değil ülke tarımını planlamak amacıyla da kullanılmalıdır. Aynı zamanda hayvancılığın geliştirilmesinin çiftçinin eğitilmeden gerçekleştirilemeyeceği göz önünde bulundurulmalı, üretim ile ilgili teşviklerde belirli eğitim sertifikalarına sahip çiftçilere öncelik tanınmalıdır. Bu amaçla yetiştiricilerin uygulamalı eğitimlerini sağlayacak yapılanmalar oluşturulmalıdır. Devlete ait tarımsal işletmeler bu konuda yapılandırılabilir.

Aslında hayvancılığın gelişmesi ve sorunlarının azalması ilgili bütün bu bahsedilenler Türkiye’nin her alanda kalkınması ile yakından ilgilidir. Çağımız teknolojisini yakalamış, katma değeri yüksek ürünlerin üretiminin ve ihracatının geliştiği, doğasına ve ekolojik dengesine sahip çıkan eğitimli ve bilinçli, alım gücü yüksek bir toplum yapısı oluşturacak tedbirler ülke genelinde alınmadıkça, alım gücü düşük bir halk ve arz fazlası oluşmuş bir hayvancılık sektörü bu sorunları her zaman kısır bir döngü şeklinde yaşayacaktır.

Prof.Dr. H.Melih YAVUZ

Bursa Uludağ Üniversitesi Veteriner Fakültesi

Hayvan Besleme ve Beslenme Hastalıkları Anabilim Dalı Emekli Öğretim Üyesi-BURSA Çiftlik Danışmanı

yavuzhm@gmail.com

Online Ödeme

Hizmet kalitemizi artırmak adına internet sitemizde çerezler kullanmaktayız. Detaylı bilgi almak için Çerez Politikası sayfamızı inceleyebilirsiniz.